PDF Kitaplar sayfamız "Çizgi Söğüt Gölgesi-İçimizi Isıtanlar" PDF kitabı ve sesli anlatımları ile yenilendi.

İçimizi Isıtanlar

Eğitimli insanlar topluma borçludurlar. Bir işin nasıl yapılabileceğini biliyorken bir başkasının yapamadığını görüp susmaları kendilerini yetiştiren o topluma ihanettir.

Çizgi Market

Genç Mühendisler: "Ben de Sonunda Bilgisayarcı Oldum" adlı kitabımı ücretsiz isteyebilirsiniz.

Blog İstatistikleri

  • 145.922 Ziyaretçi

Bir Bilim Adamı Hikâyesi

Onun üniversitenin üçüncü sınıfında Telekomünikasyon dersimize geldiği ilk günü çok farklı ayakkabıları ile hatırlıyorum. Ali Hoca, genç, dinamik, kendinden emin ders anlatımıyla gerçekten çok ciddi bir eğitim aldığı her halinden belli olan bir öğretim üyesiydi. Ders anlatırken bazı Türkçe kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. Benzer bir sıkıntıyı tüm ömrüm boyunca ben de yaşadığım için bunun gerçekten bir mağduriyet olduğunu ve hiçte dışarıdan görüldüğü gibi bir “övünme” veya “kasıntı” unsuru olmadığını anlayan ender öğrencilerindendim.

Ders sırasında verdiği tüm örnekler Amerika’da Nasa’da yaptığı bilimsel çalışmalardan alıntıydı ve o kadar doluydu ki, sanki tutulamıyordu. Derse bir başladığında bilimsel seviyesini dengeleyebilmek, anlatılanların öğretim programında kalabilmesini sağlamak veya bir anda İngilizce konuştuğunu fark etmesi bile zordu. Ali Hoca çok ama çok zekiydi. O günler için sınıfın sürekli çok önünde bir öğrenci olan ben ve bir arkadaşım için bu bulunmaz bir fırsattı. Okumaya… Okumaya ve sürekli öğrenmeye başladık. Ali Hoca bizlere Amerika’dan gelirken getirdiği sayısal işaret işleme kitaplarını vermişti. Bu parlak doktor öğretim üyesinin Türkiye Cumhuriyeti devleti adına Amerika’ya burs ile gittiğini ve oradaki başarılarından dolayı Nasa’da bilimsel çalışma yapmaya başladığını çok ciddi bir eğitim aldığını ve sadece milliyetçi duygular ile Türkiye’ye döndüğünü bu arada öğrenmiştik.

Gerçekten de Ali Hoca farklıydı, o kadar bilgili ve eğitimli bir bilim adamı olmasına rağmen bizden farklı veya yaşamdan kopuk bir insan da değildi. Bizler ile oturur o günlerin kaçınılmaz siyasi ve günlük hadiselerini ancak belirli bir seviyeyi koruyarak konuşur, tartışırdı. Ailesinden, kendi yaşamından veya toplumdan bahsederdi. Çok rahatlıkla Amerika’da o günkü Türkiye’de 10 yılda alamayacağı parayı her ay maaş olarak alıp yaşayabilirdi. Konusu geçince hep “yapamadım Niyazi” derdi biraz üzülerek, “beni bu millet yetiştirdi ve ben Amerika’ya hizmet etmek için değil geri dönmek ve vatanıma hizmet etmek için okudum.”

İki yıl verdiği her dersi aldım, saatlerce ve günlerce üniversitedeki küçük odasında ben ve arkadaşımı özel olarak eğitti. İşte o zaman sadece ve sadece binlerce sayfa okuyarak, çok ufak detaylara dikkat ederek, günlerce uykusuz kalarak, çok ama çok zor dersleri günlerce çalışarak ancak başarılı olunabileceğini öğrendim. Aslında lise de bir Anadolu Lisesi eğitimi almıştım ve üniversitenin ilk iki yıl matematik ve fizik derslerini hiç çalışmadan ve bunun yerine elektronik dersleri çalışarak geçirmiştim, ama bilimsel çalışma farklıydı. Çok uzun bir süreçti.

O kadar farklı bir seviyeye gelmiştik ki diğer öğrenciler artık bizlerin mutlaka üniversitede araştırma görevlisi olarak kalacağımıza emindiler. Tüm diğer öğretim üyeleri de aradaki farkın nedenini anlıyorlardı. Üniversiteye seminer vermeye gelen başka ülkelerin profesörlerinin anlattıklarını anlayan sadece bizlerdik. Hiç unutmuyorum, böyle bir seminerde sunum yapan profesör anlattığı konunun can alıcı bir bölümünde birden geri dönüp basit ama çok güncel bir soru sorduğunda cevap vermek için el kaldıran sadece ben ve arkadaşımdı.

Ancak aksayan bir şeyler vardı, Ali Hoca önceleri derslere geç kalmaya, daha sonra hiç gelmemeye başladı. İlk günkü bayır aşağıya koşan biri gibi tutulamaz ders anlatımı, gözlerinde ve yüzünde o aydın bilim adamı gülümsemesi yoktu, sanki enerjisi bitiyordu, bir sıkıntısı vardı. Diğer hocalarımızdan maddi sıkıntıları olduğu, dışarıya iş yaptığını duyduk. Bugün anlamanız zor olabilir ama “dışarıya iş yapma” o gün bilimsel çevrelerde; üniversitede ayıptı! O gün için Türkiye’de bilim adamı üniversitedeki odasına kapanıp çalışmalıydı. Özel sektör ile ticari ilişkiler kabul edilemezdi. Kürsü dekanının, rektörlüğün buna kızdığını ve Ali Hoca’yı biraz sıkıştırdığını duyuyorduk.

Üniversitenin ilk dört yılı bitti, artık mühendistik. Tabi iki yıl daha okuyup üniversitenin yüksek lisans kısmını bitirmek ve üniversitede araştırma görevlisi olarak kalabilmekten başka hiçbir şey düşünmüyorduk. Hemen araştırma görevlisi olarak üniversiteye başvurduk. Kadrosuzluktan bazılarımız teknisyen kadrosu hatta bazılarımız (örneğin eşim) şoför kadrosu ile işe başladık. O gün için bunu sadece gülümseyerek ve “ülkemizin imkânları bu kadar” diyerek ve gerçekten buna inanarak göğüsledik.

O dönem hocamız bulunduğumuz bölüme yeni bir sayısal işaret işleme laboratuarı kurmaya çalışıyordu. Gerçekten test cihazları, simülatörler, spektrum analizörleri geldiğinde bunların maliyetlerini hayal bile edemedik. İnanılmaz bir kaynağa kavuşmuş olmanın heyecanı içindeydik, o heyecan ile tüm aletleri bir odaya toplayıp koskoca laboratuarda kendi masamı da o odaya aldığımı hatırlıyorum. Bu süreç içinde ben ve arkadaşım lisans ve lisansüstü tezlerini ve hocamızda doçentlik tezini bu laboratuarda hazırladı. Hocamızın tezinin tüm deneylerini ben yapmıştım.

Yeni laboratuarda sayısal elektronik üzerine çalışma yapma imkânı buldum, hazırladığımız deneyleri diğer üniversitelerden öğretim elemanları gelip inceliyorlardı. Yüksek Lisans tezimde mikroişlemciler ile çalışmaya başladım. O kadar yeni konulardı ki lisans tezi sınavında 1.5 saat bunları anlattıktan sonra şu an üniversitede halâ profesör olarak çalışan hocamın sorduğu soru “Son günlerde mikro işlemcilerin teknolojik gelişmesi ne düzeydedir?” şeklinde sanki bir röportaj sorusuydu. Yeni açılan Bilgisayar Kürsüsü profesörleri ben ve kendi asistanları için yepyeni dersler açıyorlardı. Bizlere yurt dışı burslar buldular ama bizi yetiştiren hocamızın izinden yürüyüp bizde Türkiye’de kaldık.

Ali Hoca’nın ekonomik problemleri ve ticari faaliyetleri artmış ve artık ciddi sonuçları olabileceği herkes tarafından biliniyordu. Ancak yapılabilecek bir şey yoktu, bir çıkış göremiyordum. Düşündüğüm sadece onun açıklarını kapatmaktı. Belki de kendi heyecan ve cesaretim ile kaçınılmaz sonu ben hazırladım ama o gün için bunları düşünemedim. Gelmediği derslere ben giriyordum. O dışarıda o gün için “9 kesici” (9 çevrildiğinde şehirlerarası hat alınmasını engelleyen elektronik devre) denilen bir cihazı tasarlamıştı. Ona ticaret dünyasında “mucit” gözüyle bakıyorlardı.

Ali Hoca lisans öğrencilerinin sınıf geçme imtihanlarına son saniyelerde gelip kapıda benimle soru hazırlamaya başlamıştı. Bazen yüksek lisans öğrencilerinin bile derslerine girmiyordu ve tabi bu açığı yine bıçkın araştırma görevlisi; ben kapatıyordum. Ali Hoca ise ticaret hayatında her türlü devre tasarımları ile ekonomik problemlerini çözmeye çalışıyordu. Daha sonra anladık ki hocamızın baktığı çok aile ve çocuk vardır.

Artık lisans öğrencilerinin sınıf geçme sınavlarını bile son dakikaya kadar bekleyerek çömez araştırma görevlisi hazırlıyordu ve insanlar o sınıflardan geçiyor veya kalıyorlardı. Şimdi anlatırken tüylerim diken diken oluyor. Tabi bu çok sürmedi, bir gün Fakülte Sekreteri beni yakaladı ve zabıt tuttu. Ben çözülmüştüm, istediği her şeyi olduğu gibi anlattım ve sonuçlarına katlandım. Hoca üniversiteden ben kürsüden ayrıldım. Aslında benim için hayırlı olmuştu. Yeni kürsü asistanlarından biri ile (hani şoför kadrosu ile işe başlayan) evlendim ve askerden sonra üniversiteye dönmedim.

Bundan sonraki 10 sene hocamızın ticari hayatta başarıları ve tabiî ki başarısızlıklarını sadece diğer insanlardan duydum. Doğal olarak bir bilim adamı ticari hayata da kolay ayak uyduramazdı. Ama şurası da bir gerçekti; Ali Hoca harcanmıştı… Devlet bursu ile okuyan ve bilim adamı olarak yetişen bir insan Karaköy elektronik çarşısı çevrelerinde basit devre tasarımları ve hatta gayri resmi ticari faaliyetler içinde harcanmıştı. Başına gelen bazı diğer talihsizlikler hayatını daha da zorlaştırmıştı.

2000’li yılların başında hocam ile tekrar yollarımız kesişti; artık özel üniversiteler vardı, oralarda öğretim üyesi olarak çalışmaya başlamıştı. Hâlâ parlak, hâlâ mucit düşünceli ve çalışkandı. Bazı buluşlarına patent aldığını televizyonlardan öğreniyordum. Tüm imkânsızlıklarına rağmen, tüm yaşanan talihsizliklere rağmen o olduğunca bilim adamı olarak yaşamaya çalışıyordu.

Not: Bilim adamı olmak zordur, çok zordur. Bilim adamının öğrenim süreci çok zor, uzun ve acılıdır. Bilim adam olarak kalabilmek daha da zordur. Bilim adamı ülkelerin ve hatta tüm insanlığın desteğini alabilmelidir.  Çizgi Söğüt Gölgesi üyelerinden bu zorluğu yaşayan çok sevdiğimiz bir arkadaşımız da bilim adamı kalabilmenin tüm zorluklarını yaşamaktadır. Hissediyorum ve biliyorum. Allah’tan ona sabır diliyorum.

 Save as PDF

1 comment to Bir Bilim Adamı Hikâyesi

  • Selamlar Niyazi Bey;
    Sizin Prof.Dr.Ali OKATAN hocamın öğrencisi olduğunuzu duyunca gerçekten şaşırdım. Açıkçası hiç aklıma gelmezdi. Keşke bende onun derslerine katılabilseydim diyorum. En azından kendi gibi yardımsever kişiler yetiştirmiş.

    Bana sorarsanız ben daha yeni tanıştım sayılır. O ticaret dünyası dediğiniz zamanlarda bir ara babam Ali hoca ile çalışmış anten ve yükseltici üretmişlerdi. Ben o zamanları çok çok zor hatırlıyorum. Ama sonrasında tekrar onu buldum. Ve sohbet ettim. Gerçekten onun öğrencisi olmak isterdim…

Leave a Reply